22 Haziran 2013 Cumartesi

TARİHİYLE KALEİÇİ


Kaleiçi yıllardır Saat Kulesi, Yivli Minare gibi birçok mimarisi ve asırlardır süregelen tarihiyle gündeme geldi. Evleri hep koruma altına alınmak için çabalandı. Kaleiçi’nin bu dokusunu kaybetmemek için yıllardır restorasyonlar yapıldı. Yapılan restorasyonlar kimi zaman eleştirildi, kimi zaman da tarihin kurtarıcısı olarak görüldü. Antalya’nın sivil tarihçisi Hüseyin Çimrin’in de dediği gibi “Kaleiçi demek bu gün olduğu gibi eskiden de Antalya demekti.” Peki bu kadar önemli bir yer hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz? Ne biliyoruz ki, neyi tartışıyoruz? Gelin birlikte Kaleiçi’nin dününü ve bu gününü sivil tarihçi Hüseyin Çimrin’in ışık tuttuğu haliyle konuşalım.

Bergama Kralı II. Attalos, “Gidin bana bu yeryüzü üzerinde öyle bir yer bulun ki, bütün kralların, bütün hükümdarların gözü kalsın. Öyle bir yer bulun ki, hiç kimse gözünü oradan ayıramasın. Gidin bana yeryüzünün cennetini bulun.” diye emir vermişti akıncılarına. Kaleiçi deyince kayıtlara geçmiş olan yaklaşık 2200 yıllık bir tarihten söz ediyoruz; Bergama Kralı II. Attolos Philedelphos tarafından M.Ö. 158’de kurulmuş bir kenttin tarihinden.


Attolos’un yeryüzünün cenneti olarak adlandırdığı Antalya’yı kurmasının yegâne sebebi ise Pamfilya sahili boyunca uzanan önemli bir deniz yolu olması ve doğal limanı. Bu bölgenin daha öncesinde bir balıkçı köyü olabileceğine yönelik rivayetlerde mevcut. Gün geldi korsanlar bile burayı ele geçirmek için savaştı. İlerleyen tarihlerde güç kimdeyse onun eline geçecekti. Farklı krallıkların bu bölgede hakimiyet kurması, asırlar sonra Kaleiçi’ne daha fazla değer katacaktı. Bu medeniyetler sayesinde tarihe tarih katıldı asırlarca.


Roma dönemindeki savaşlarda önemli görevler üstlendi bu şehir. Kimi zaman esir düştü bu kentin insanları. Köle oldu Girit’te, Suriye’de... Yara alan surlar her seferinde tekrardan onarıldı. Yüzyıllarca Bizans (Roma) egemenliği altında kalan şehir tarih 1085’i gösterdiğinde Selçuklu Sultanı Süleyman Şah tarafından Türklerin hakimiyetine geçti. Fakat çok geçmeden 1103 yılında tekrar Bizans’ın egemenliğindeydi. Artık bundan sonra Bizanslılar ve Türkler arasında savaş konusu olacaktı şehir. Bir süre İtalyanlar’ın, sonrasında tekrar Türkler’in, 1212’de bölgedeki Türk halkını katleden Kıbrıslılar’ın eline geçti. Çok sürmeden tekrar Selçuklular’ın hakimiyetindeydi. Bir süre Selçuklu sultanlarının kışlık başkenti olarak kullanıldı.

Her savaşta yara aldı surlar ve sonrasında tekrardan onarıldı. Belki insani bir korunma iç güdüsüydü, belki de o dönemin şartları gereğiydi. Tarihi önemi düşünülmeden bir yurt olarak hep muhafaza edildi. İnsanlar, bu şehirde dinlerine ve etnik kökenlerine göre ayrılmıştı. Al-mina (Hristiyanlar) bölgesi, Yunanlıların bölgesi, Yahudi bölgesi, saray bölgesi, Müslüman bölgesi olarak şehir aradaki duvarlarla bölünmüş durumdaydı. Tarihler 1386’yı gösterdiğinde Antalya’nın hakimiyeti Osmanlılara geçti.

Gün geldi depremle savaştı Antalya. Leonardo Da Vinci bir kitabında Antalya’da meydana gelen depremin büyüklüğünü şu cümleyle anlattı: “Rodos yakınlarında Antalya’da denizi yaran bir deprem oldu ve bu yarığa üç saatten fazla süre ile öylesine büyük bir su akıntısı döküldü ki; eksilen su nedeniyle bölge çıplak kaldı. Daha sonra deniz önceki durumuna geri döndü.”


Kimi zaman iç savaşlarla boğuşan kent, 11 Ağustos 1895’e gelindiğinde Kaleiçi’nde 500’den fazla evi kül eden bir yangın meydana geldi. Böylesine büyük badireler atlatan şehir her seferinde yaşayanlarıyla tekrar ayağa kalkıyor ve yenileniyordu. Kurtuluş Savaşı sonrasında Antalya’dan ayrılan 13 bin Hristiyan vatandaşı da herkes gibi bir çok değerli eser bırakmıştı.


Çeşitliydi Kaleiçi’nin tarihi. Sonrasında yavaş yavaş surlardan dışarıya taştı tarih. Artık yeni dünya için ilk adımlar atılmaya başlamıştı Antalya’da. Bu güne geldiğimizde en hızlı büyüyen şehirlerden biri oluvermişti. Hız riskti aynı zamanda. Düzensiz bir yapılaşmayı beraberinde getirdi bu hızlı büyüme. Zamanla Kaleiçi’de nasibini aldı bu modern kentleşmeden. Kimisi, yapıların yenilenmesini tarihi dokuyu bozmak olarak nitelendirirken, kimisi de tarihi korumak olarak gördü. 

ŞİMDİ SIRA ONDA

Yıllardır hep başkalarının ağzından dinledik hikayesini. Hep Antalya’mızın en kıymetlisi oldu. Kimi zaman ona karşı yapılanları eleştirdik; kimi zaman ise en iyisini yapmak için çabaladık. Şimdi sıra onda. Bırakalım o kendini anlatsın.


“Artık yorgun bedenim. Asırlardır üzerimde taşıyorum insanlığı. Zaman zaman yara aldım; yeri geldi sarıldı yaralarım. Çok değerliydim ben. Şehre gelen insanlar mutlaka görmeye geldi beni yıllardır. Sonra yavaş yavaş ayağını kesmeye başladı kalabalık. Yorgundum artık, yaşlılık istemeden ağırlaştırmıştı tüm bedenimi. Sanki parça parça dökülüyordum her geçen mevsimde. Üzerimdeki tüm güzellikler dokusunu yitiriyor gibiydi. Yazın kuruyor, kışın eriyor gibiydim.

İNSANLARI ANLAMAK

Önce beni koruyan zırhım yara aldı. Beni çevreleyip saran taştan zırhım artık harap düşmüştü. Sonra beni ben yapan dar sokaklarım ve herkesin hayranlıkla baktığı şirin evlerim zamandan nasibini almaya başladı. Arada bir yamalar yapıldı, sonra ben ne olduğunu anlayamadan yıkıldı. Bu insanlar çok garipti. Benim yaralarımı mı sarmaya çalışıyorlar, yoksa kapanmaz yaralar mı açıyorlar anlayamıyordum.

‘ANTALYA’NIN GERDANLIĞI’

Bana ne istediğimi soran yoktu. Hep insanların dilindeydim. ‘Antalya’nın Gerdanlığı’ diyerek övünüyorlardı benimle. İnsanlar bana ne kadar çok değer veriyor diyerek seviniyorum. Peki, benim canımı yakan, beni günden güne yok eden yaraları saracak biri ne zaman gelecekti. Yaşlanmış mıydım artık, ondan mıydı bu yıkıntı! Hastalanmış mıydım acaba? Ölümüm mü yakın? Ama olamaz! İnsanlar beni yaşatacaklarını söylüyor. Öyle ki, gençleşmemin iksirini bulduğunu söyleyenler dahi var. Heyecanla yıllardır bekliyorum.

KORUMAK MI, YOK ETMEK Mİ?

Artık delik deşik bedenim. Asırlardır içimde sakladığım hazinelerim gün yüzüne çıktı. Ne istiyordu bu insanlar benden. Beni korumak istediklerini söylüyorlardı oysa. Peki ya benim asırlardır ayrılmayan parçalarım neden benden koparılıyordu. Beni neden bütün olarak korumuyorlardı. Her adım geçtiğinde en değerli hazinemiz diye söz eden insanlar neredeydi? Görmüyorlar mıydı acaba? Üzerimdeki toprak örtüsü her yıl tekkar kalkıp yeni ağırlıklar konuyor artık üzerime.

UMUT!

Beni yeniden giydiriyorlar. Yollarım yeni taşlarla kaplandı yıllar geçtikçe. İnsanlar daha rahat gezdi sokaklarımda. Canlandım sanki gün geçtikçe. Ama sonra yine bir hüzün kapladı içimi. Yüzyıllık evlerim zamana yorgun düşmüştü. Kimi terk etmişti çoktan beni. Yavaş yavaş gözlerimin önünde yok oldu anılarım. Kimisine son anda el attı insanoğlu. Yine umutlanmıştım. Her yıkıntı beni yasa boğarken, yerine konan her taş beni yeniden umutlandırıyordu.


TARİHTE KAPANMAZ YARALAR

Beni eskiden savaşlar yıkardı. Şimdi ise neden yıkıldığımı anlayamıyorum bile. Herkesin kafasında binlerce düşünce var. Beni parsel parsel paylaşıyorlar. Sonra kapanmaz yeni yaralar açıyor, bütün hazinemi alıp benden koparıyorlar. Oysa ben hazinelerimle, tarihimle varım. Onlar gidince benden geriye ne kalacak bilmiyorum. Artık aldanmıyorum her seviyorum diyene. Güvenmiyorum insanoğluna. Bana her iyilik yapıldığını sandığımda kendimden bir şeyler kaybediyorum.

BIRAKIN ARTIK!

Bütün Antalya tanıtımlarında kullanıldı bedenim. Saat Kule’m, Yivli Minare’m, Hadrian Kapı’m, Yat Limanı’mla süsledim fotoğrafları. Hep güzel andılar beni. Hep en güzel halimi gördüm sokaklarımda satılan kartpostallarda. Tüm dünyaya dağıldı çok geçmeden, minyatür hallerim.
Şimdi sıra bende bırakın artık ben konuşayım.”

30 Nisan 2013 Salı

Zevki keyfe dönüştüren tasarımlar Koraltürk’ten


Antalya Organize Sanayi Bölgesi’nde üretimini yaptıkları bilardolu yemek masalarıyla dünya da bir ilki başaran Koraltürk Bilardo, yarattığı yaşam alanlarıyla müşterilerine keyifli bir hizmet sunuyor.

Antalya Organize Sanayi Bölgesi’nde ürettiği bilardolu yemek masalarının Avrupa’da ve Türkiye’de patentini aldıklarını belirten Koraltürk Bilardo Genel Müdürü Miray Koraltürk, “Özel bir sipariş üzerine üretilen bu masa bize ilham kaynağı oldu. Böylece evlerde ve ofislerde kullanılabilecek yer kaplamayan ve aynı zamanda yemek masası ya da toplantı masası olarak kullanılabilen bilardo masalarının üretimine geçtik” diye konuştu.

DEVLET ADAMLARININ DA EVİNE GİRDİ
Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ve Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai gibi birçok devlet adamına özel bilardo masaları da üreten Koraltürk Bilardo, adını dünyanın dört bir tarafına yazdıran Türk firması olmayı başardı. Özel sürprizler içinde talep edilen bilardolu yemek masaları evlerinde şıklığı ve keyfi bir arada yaşamak isteyenlerin tercihi haline geliyor.


Antalya Organize Sanayi Bölgesi’nde üretimini yaptıkları bilardolu yemek masalarıyla dünya da bir ilki başaran Koraltürk Bilardo, yarattığı yaşam alanlarıyla müşterilerine keyifli bir hizmet sunuyor.
1979 yılında Hakan Koraltürk tarafından kurulan firma, mobilya ve dekorasyon imalatı ile 1991 yılına kadar üretimlerini sürdürdü. Bu yıldan itibaren bilardo masası imalatına başlayan Koraltürk Bilardo, kısa zamanda sektörünün lideri olmayı başardı. 1993 yılından bu yana da yurtdışına ihracat faaliyetlerini sürdüren Koraltürk Bilardo, yurtdışında da adından söz ettirmeyi başardı.
ÖZEL SİPARİŞ İLHAM OLDU
2000 yılında ABD’den gelen özel bir sipariş üzerine Ar-Ge çalışmalarına başlayan Koraltürk Bilardo, ev kullanımına uygun olarak geliştirdiği bilardo masasıyla yeni bir dönemi açmış oldu. Dünyada bir ilki gerçekleştirdiklerini söyleyen Koraltürk Bilardo Genel Müdürü Miray Koraltürk, “Özel bir sipariş üzerine üretilen bu masa bize ilham kaynağı oldu. Böylece evlerde ve ofislerde kullanılabilecek yer kaplamayan ve aynı zamanda yemek masası ya da toplantı masası olarak kullanılabilen bilardo masalarının üretimine geçtik. Bunun Avrupa ve Türkiye’de patentini aldık” diye konuştu.

HER EVE ÖZEL MASA
Model konusunda sınırsız olduklarını belirten Miray Koraltürk, “Gerekirse müşterimizin ev dekorasyonuna özel üretimler yapıyoruz. Mesela Gaziantep’ten bir müşterimiz aradı. Eşinin yurtdışında olduğunu ve ona sürpriz bir masa yaptırmak istediğini söyledi. Biz eşi yurtdışından gelmeden masayı yetiştirip teslim ettik. Bazen müşterilerimizin böyle mutluluklarına da şahit olmak mümkün oluyor” dedi.
BEYLERİ EVE BAĞLAMANIN YOLU
Yeni evlenen çiftlerin de tercihinin fonksiyonlu masalar olduğunu ifade eden Miray Koraltürk, “İnsanlar güzel vakit geçirmek için bu masaları tercih edebiliyorlar. Hatta bazı hanımlar eşleri dışarıya gitmesin diye evinde bilardosunu oynasın diye sırf bu masadan alıyor. Bir nevi beyleri eve bağlamak için bile kullanılabiliyor” diyerek masanın bazen esprilere konu olabildiğini anlattı.
YAŞAM ALANINI GENİŞLETEN TASARIMLAR
Özel tasarım olan duvar ünitesinin de patentini alan Koraltürk, duvar ünitesinde aynı anda hem bar hem tv ünitesini bir arada sunarak yer kaplamayan ve birçok fonksiyona sahip ürünleriyle yaşam alanlarını genişletiyor. Proje odaklı üretimler de yapan Koraltürk Bilardo, isteğe bağlı olarak evin bütün mobilyalarının da üretimini yapabiliyor.


İSTANBUL’DAN ANTALYA’YA
1998 yılında İstanbul’dan Antalya Organize Sanayi Bölgesi’ne geldiklerini belirten Miray Koraltürk, “İstanbul’da sevkiyat maliyetlerimiz daha yüksekti. Trafiğin de yoğunluğu nedeniyle İstanbul’dan uzaklaşmak istedik. O nedenle babam Antalya’da işleri daha da büyütebileceğini düşünerek böyle bir karar aldı” diye konuştu.

Yıllık 3 bin masa üretimi yapan Koraltürk Bilardo, 15 çalışanıyla özel işçilik gerektiren kişiye özel tasarımları müşterilerine sunuyor.

İngiltere’de hem bilardo masası hem masa tenisi masası hem de yemek masası olarak tasarlanan masaları büyük ilgi gören Koraltürk Bilardo, 28 ülkeye ihracat yapıyor.

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ve Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai’ye özel bilardo masaları da üreten Koraltürk Bilardo, adını dünyanın dört bir tarafına yazdıran Türk firması olmayı başardı.

Üretilen bilardo masalarını Bilardo Federasyonu’nun belirlediği standartlara uygun yapan Koraltürk Bilardo, hem fonksiyonlu oluşu hem de kalitesiyle fark yaratıyor. 

İSTER KENDİNE, İSTER DIŞARIYA ÜRET


24 saat bedava olan güneşten elde edilen elektrik, önümüzdeki yüzyıla damga vuracak

 Cep yakan elektrik tüketimi artık tarihe karışacak. OSB’de 2 yıl önce faaliyete geçen Clean World Enerji, güneş panelleriyle Antalya’da yeni bir sektör yarattı. Hedef; 6 yıl içinde masrafını amorti eden sistemi önce Antalya’da, sonra Türkiye genelinde yaygınlaştırıp pahalı elektrik tüketimine son vermek.




Geleceğin enerji kaynağı olan güneş panellerini Antalya’da üreten ilk firma olan Clean World Enerji, ürettiği panellerle temiz enerji üretimini artırmayı planlıyor. 2011 yılında Clean World Enerji’yi kurarak enerji sektörüne adım atan Yönetim Kurulu Başkanı Ali Osman Özden, “Enerjiyi Türkiye’nin geleceği olarak gördüğümüz için böyle bir işe girmeye karar verdik” diye konuştu. Türkiye’de panel üretimi yapan üç firmadan biri olduklarını belirten Özden, “Antalya’da bol güneş var. Bu güneşten yararlanmanın yollarına bakmak lazım. Biz de böyle bir işe girerek Antalya’daki ve Türkiye’deki güneş potansiyelini en doğru şekilde kullanmayı amaçladık” dedi.

“SEBZE MEYVE GİBİ ENERJİ SATALIM”
Antalya’nın kendi enerjisini kendi üretmemesi için hiçbir engelin olmadığını vurgulayan Özden şunları söyledi: “Antalya nasıl sebze meyvesini Türkiye’nin dört bir tarafına satan bir kentse elektriğini de kendi üretip dışarıya satan bir kent olabilir. Biz bunların gerçekleştiğini kısa zamanda görmeyi umuyoruz.” Olimpos gibi şehre uzak bölgelerde yaşayan ve doğal Özden, üretilen hayatı benimseyen insanların da güneş enerjisini tercih ettiğini belirten güneş panellerinin tekne ve yatlarda kullanımının uygun olduğunu aktardı.

DEVLETTEN TEMİZ ENERJİ İÇİN YÜZDE 50 HİBE
Yenilenebilir enerji kaynaklarının son dönemlerde devletin de gündeminde olduğunu aktaran Özden, “Tarım ve hayvancılıkta yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak isteyenlere devlet yüzde 50 hibe veriyor. Aslında Antalya’da güneşten enerji üretilmesi sistemine çok sıcak bakılıyor. Ama insanlarımızda ‘Önce başkası yapsın biz görelim’ mantığı var. Ama bu görüş zamanla değişecek. Çünkü insanlar fazla elektrik giderlerinden son derece muzdarip” dedi.

ALMANYA DA BİLE VAR!
Haziran ayında dağıtılacak lisanslarla Antalya’nın güneş tarlalarıyla tanışacağını vurgulayan Özden konuyla ilgili şunları aktardı: “Almanya güneş olmadığı halde güneşten enerji üretmek için bir sistem kuruyorsa Türkiye bu konuda daha şanslı bir iklimde olduğu için daha ileride olabilmeli.” Özel sektör için enerji üreten güneş paneli uygulamalarının yapıldığını belirten Özden, “Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne de demo olarak güneş panellerinin kullanıldığı duraklar yaptık. Bunun yanında enerjisini tamamen güneşten alan panellerin bulunduğu binalar inşa ediyoruz” diye konuştu.

GÜNEŞ TARLALARI GELİYOR
Özellikle son yıllarda dünyada uygulanan ve çok büyük verim alınan güneş tarlalarını Antalya’da da hayata geçirmek istediğini belirten Özden, “Amacımız özel sektörün güneş tarlalar yapmasını sağlamak. Böylece özel kurumlar Türkiye’de güneşten üretilen elektriği devlete satacak ve dışa bağımlı olmadan temiz bir enerji üretimi yapılmış olacak. Birde bazı firmalar kendi tüketeceği enerjiyi kendi üretmek istiyor. Biz onlar için de paneller üretiyoruz” diye konuştu.
6 YILDA AMORTİ ETTİREN SİSTEM
Elektriğin ulaşmasının zor olduğu dağ ve çiftlik evleri için de paket enerji paneli sistemi hizmeti veren Clean World Enerji, bu tür küçük yapıların günlük elektrik ihtiyacını karşılayacak enerjiyi üretmek için hazırladığı güneş panelleriyle önemli bir hizmet sunuyor. İnsanların temiz enerji üretimi konusunda henüz istenilen bilince kavuşmadığını ifade eden Özden, “Bizim ürettiğimiz panellerle ve hazırladığımız projelerle işletmeler kendi enerjilerini üretebilirler ve 6 yıl gibi bir sürede de bu paneller için yapılan harcamayı amorti ettirebilirler” diyerek kendi enerjisini üreten firmaların yüksek elektrik gideri yükünden de kurtulacağını aktardı.

23 Nisan 2013 Salı

Şiddetin çaldığı hayatlar 3


GELİNLİK HAYALLERİNDE KALDI

Koca, aile ve çevre şiddeti gören üç kadının yürek burkan hayat dramını anlattığımız yazı dizisinde üçüncü konuğumuz 36 yaşındaki Ş.Ö.’nün, hayallerini kurduğu gelinliği dahi giyemediği şiddet ve acılarla dolu hikayesi sizlerle

DEDİKODULAR HAYATINI KARARTTI
Genç bir kızken, aşık olduğu akrabasının tecavüzüne uğradı. Köyde çıkan dedikodular yüzünden hayallerini kurduğu gelinliği giyemeden kendisinden 25 yaş büyük biriyle evlenmek zorunda kaldı. Hayat ondan sonra Ş.Ö için çekilmez oldu.


TEK SUÇU GENÇ OLMAKTI
Kocası kendinden 25 yaş büyük olmasından dolayı sorunlar yaşamaya başlayan genç kadın ve çocukları yıllarca şiddete maruz kaldı. Yaşananlar karşısında kocasından boşanmaya karar veren kadın şimdi iki oğlunun, kendisine bu acıları yaşatan erkekler gibi olmamaları için elinden geleni yapıyor.


Hayalleri olan genç bir kızdı. Aile baskısının yanında toplum baskısıyla hep erkeklerden uzak durmayı öğrenmişti. Fakat ergenlik dönemine geldiğinde damarlarında hızlı akmaya başlayan kan onu çevresinin yanlış diye adlandırdığı hatalara sürüklemişti. Ailenin korktuğu gibi uzakta değildi tehlike. Tam da ailenin içindeydi. Amcasının oğlu göz koymuştu küçük yaşta.  Ş.Ö.’nün yaşadıklarını kendi ağzından dinliyoruz:
‘EVLENECEĞİM’ VAADİNE KANDI
“Daha küçüktüm ve çevremde farklı gözle gördüğüm ilk erkek o olmuştu. Bir anda gönlüm kaymıştı. Akraba da olunca hep yan yana hep iç içe vakit geçirdik. Bu da sonu acı biten olaylara sebep oldu. Amcamın oğlu ‘Evleneceğim seninle’ diye vaatlerde verince inanmıştım. Düşündüğüm tek şey gönlümü kaptırdığım gençle evlenmekti. Bir gelinlik kadar tertemiz hayaller içindeydim.
AŞKI İÇİN TECAVÜZE GÖZ YUMDU
17 yaşındaki her genç kız gibi benim de güzel hayallerim vardı. Sonra bir anda her şey değişti. Amcamın oğlu olduğu için fazlaca güvendiğim bu genç bu güveni suistimal etmişti. Bana zorla sahip olmuştu. Ne yaşadığımı dahi fark etmeden her şey olup bitmişti. Ben her şeye rağmen çok aşıktım. Bu iğrenç olayı da hiç kimseyle paylaşmadım. Nasılsa evleneceğiz diye düşünüyordum. Ailem duysa olacakları biliyordum. Sevdiğim insanı zor durumda bırakmak istemediğim için yaşadıklarımı kendime sakladım. Ömür boyu da saklamayı planlıyordum.
 KÖYLÜNÜN DİLİNE DÜŞTÜ
Fakat düşündüğüm gibi olmamıştı. Sevdiğim ve zarar gördüğüm halde hala görüşmeyi sürdürdüğüm adam, yaşananları bir maharetmiş gibi bütün arkadaşlarıyla paylaşmıştı. Dedikodular çabuk duyulurdu köy yerinde. Bir süre sonra dışarı çıkamayacak hale gelmiştim. Artık kimsenin yüzüne bakacak halim kalmamıştı. Hem de hiçbir suçum olmadığı halde. Sonrasında amcamın oğlu diye bu çok güvendiğim insanda öylece bırakıverdi beni. Bütün dünyam altüst olmuştu ve henüz 17 yaşındaydım. Şimdiki aklım olsa onu şikayet eder, cezaevine attırırdım. Ama nafile. Olan olmuştu bir kere.
ÇEVRESİNDE KİMSELER KALMADI
Yaşım çok küçüktü ve akraba diyerek güvenmiş sonra da aşkım uğruna yaşadıklarımı gizlemiştim. Bende suçluydum. Olmuştu olan ve yapacak bir şey kalmamıştı. Küçük köy yerinde adım kötüye çıkmıştı. Herkesin gözünde suçluydum. Fakat öyle bir aşk vardı ki yüreğimde beni yaralayan tek şey, yaşattığı her şeye rağmen terk eden amcamın oğlu olmuştu. İnsanların dediklerine aldırış etmediğimi söylesem de zamanla çevremde hiçbir arkadaşımın hiçbir akrabamın kalmadığını gördüğümde gerçeklere uyanmaya başlamıştım. Artık yalnızdım hayatta. Ailemin ve çevremin bitmek tükenmek bilmeyen hakaretlerine katlanmak zorundaydım.
AİLE EVLİLİĞE KARŞI ÇIKTI
Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını fark ettiğimde 20 yaşındaydım. Yeni bir başlangıç yapmak istedim hep. Fakat bu yaşananlar her seferinde suratıma tokat gibi tekrar tekrar vuruluyordu. Yeni biriyle tanışmak ve aynı şeyleri yaşamamak için hep bekledim. Sonunda karşıma yeni biri çıkmıştı. Karısından ayılmak üzere olan 45 yaşında bir adamdı. Söylediğine göre karısı sürekli evi terk ediyor ve kocasıyla ilgilenmiyordu. Yaşananların ardından karşıma daha iyi birinin çıkmayacağının farkındaydım. Bir süre görüştükten sonra ailemle paylaştım durumu.  Ama ailem böyle bir evliliğin uygun olmayacağını söyledi.
EVDEN KAÇTI
Bir karar vermem gerekiyordu. Karşımdaki insan karısından tam olarak ayrılmamıştı ve aynı zamanda bana güzel bir hayat vaat ediyordu. Bir süre ikileme düştüm. Yuva üzerine yuva olmaz dedim kendi kendime. Ama karşımdaki adam ısrar ediyor, beni mutlu edeceğinin vaatlerini veriyordu. Sonunda bu ısrarlara ve vaatlere dayanamayarak bir gece evden kaçtım. Artık başka bir şehir, bambaşka bir hayat bekliyordu beni. Yeni hayatın neler getireceğini bilmeden çıkmıştım yola.
ESKİ EŞTEN BASKIN
Artık bir yuvam ve kocam vardı. Fakat ne resmi nikah yapılmıştı ne de düğün. En azından bir gelinlik giyebilseydim diyerek için için ağladım hep. Eski eşi ve çocukları gelip evi bastı bir gün. Hala resmiyette kocası olarak görünen adamı nikah dışı ilişki yaşıyor diyerek hapse attırdı. Daha evliliğin ne olduğunu anlayamadan kocamın hapse girmesiyle dünyam alt üst oldu. İkinci şoku hamile olduğumu öğrendiğimde yaşadım. İmam nikahlı eşim hapiste, bende karnımda onun çocuğuyla ortada kalmıştım. Yapmam gerekenin kaderime razı gelmek olduğunu anlayınca eşimin cezasını çektiği cezaevinin yakınına bir yere taşındım.
ARTIK RESMİ NİKAHLI EŞ
Kısa süre sonra da ilk oğlumu dünyaya getirdim. Bunca sıkıntıya katlanmışken bunun bir sonunun geleceğini umut ederek bekledim kocamı. Kocam cezasını çekip çıktığında eski eşi kanserden vefat etmişti. Resmi nikahı yaptıktan sonra artık işe güce bakma vaktiydi. Kocamın işleri evlenmeden önce çok iyiydi. Fakat cezaevine girince ellimizde ne varsa tüketmiştik. Ama karı koca yılmadan birlik olup çalışıp çabaladık. Eski halimize geldik. Çok geçmeden ikinci oğlumu da kucağıma aldım.

KUŞAK ÇATIŞMASI VE ŞİDDET
Tam her şey yoluna girmeye başlamıştı ki kocamla kuşak çatışması başladı. Ben genç olduğundan dolayı bunalıma giren kocam, yaşı ilerledikçe daha çok üstüme gelmeye başladı. Bu durum evde her gün kavgaya sebep olmaya başladı. Kocamı artık tanıyamaz olmuştum. Beni sürekli aşağılar hale gelen kocam, ‘Ben ölürsem sen beni aldatırsın’ diyerek başkasıyla evlenmeyeceğime dair senet bile imzalatmaya çalıştı. Paranoyak bir eşle yaşarken diğer taraftan çocuklarımı bu olaylardan etkilenmeden büyütmeye çalıştım.
ÇOCUKLARINA DA ŞİDDET UYGULADI
Güvensizlik ve kuşku düşmüştü bir kere kocamın aklına. Benden yaşça büyük olduğu için türlü senaryolar kurmaya başlamıştı. Komşularımızın kocalarından dahi kıskanır olmuştu. Artık kimseyle görüşmeme izin vermiyordu. Olayların böyle devam etmeyeceğini anladığım için kendimce kocamı telkin etmeye çalıştıysam da işe yaramadı. Artık şüphecilikten ezici laflardan daha fazlası yaşanmaya başlamıştı evde. Her gün şiddet görür hale gelmiştim. Daha da kötüsü sadece bana değil çocuklarıma da şiddet uyguluyordu. Gün geçtikçe alkolü arttırmaya başladı. Evin içinde küfürler hakaretler havada uçuşuyordu.
3 AY UZAKLAŞTIRMA
Ev cehennem azabından farksız hale gelmişti hem benim hem de çocuklarım için. Fakat hiçbir yere gidemezdim. Elimde iki evladımla sığınacak bir kapım yoktu. Olayların çığırından çıktığı bir gün dayanamayarak polise sığındım. Evden 3 ay uzaklaştırma aldı kocam. Artık evlatlarıma ve bana 3 ayda olsa dokunamayacaktı. Bunun rahatlığıyla evine döndüm. Bir süre çocuklarımla huzur içinde yaşadım. Fakat 3 ay çabucak gelip geçmiş devletin koruması bitmişti. Tekrar korumasız kalmıştık.

BALKONDAN ATMAYA ÇALIŞTI
Eşim eve ilk geldiğinde gayet sakindi. Ama kocamı iyi tanıyordum. Mutlaka kötü bir şey olacaktı. Hissettiğim gibi de oldu. Balkonda çamaşırları asarken arkamdan yaklaşarak beni tutup üçüncü kattan aşağıya atmaya çalıştı. Bir süre balkonda boğuştuk. Elinden kurtulduğum gibi polise haber verdim. Bir uyarı daha almıştı artık kocam. Uzun bir süre daha evden uzaklaştırıldı. Eğer bir daha şiddete kalkışırsa hapis cezası alacağı söyledi polisler. İçim biraz rahatlamıştı ama bunların kesin çözüm olmadığının farkındaydım.
KOCASININ İFTİRASINI MAHKEME AKLADI
Sonunda kararımı verdim; boşanacaktım. Çünkü kendimi ve çocuklarımı korumanın başka yolu yoktu. Kocama bu düşüncemi aracılar yoluyla ilettim. Hemen harekete geçen adam elinde ne kadar mal varlığı varsa hepsini satmaya başladı. Amacı bana hiçbir şey bırakmamaktı. Bunları duyunca bende çocuklarım ve kendim için nafaka davası açtım. Dava sırasında kocamın birçok iftirasıyla karşı karşıya kaldım. Mahkeme kararıyla hepsinde aklandım ve mahkemeyi de kazandım.
HER ŞEY ÇOCUKLARI İÇİN
Artık yeni bir düzen kurmalıydım. Kardeşlerimin de desteğiyle iş hayatına atılarak çocuklarımın geleceğini hazırlamak için çabalamaya başladım. Şimdi işlettiğim dükkanla hem evimin geçimini sağlıyor hem de çocuklarımı okutuyorum. Ben kendi hayatımı yaşamayı unuttum. Şu saatten sonra çocuklarım için her şey. İki oğlumu da bana bunları yaşatan erkekler gibi yetiştirmemek tek amacım.”

Şiddetin çaldığı hayatlar 2


SIĞINDIĞI KAPIDAN ŞİDDET ÇIKTI

Koca, aile ve çevre şiddeti gören üç kadının yürek burkan hayat dramını anlattığımız yazı dizisinde ikinci konuğumuz 61 yaşındaki Ş.A’nın, toplum baskısından kaçarak acılarla dolu bir hayata sürüklenişinin hikayesi sizlerle

DUL DAMGASI YEDİ
Genç yaşta eşi başkasına aşık oldu ve evini terk etti. Dul damgası yiyerek ailesi ve çevresi tarafından baskı gördü. Çareyi yeniden evlenmekte buldu. Eşinden ayrılmış diye evlendiği kişi, bir gün eski eşi ile çıktı geldi. Eşini ve yuvasını başka bir kadınla paylaştı. Diğer kadın evi terk edince, onun çocuklarına da annelik yapmak zorunda kaldı.
ÇOCUKLARI KURTARICISI OLDU
Eşinden yıllarca şiddet gördü, sokaklara atıldı. Yetmedi vücudunda sopalar kırıldı. Çocukları büyüyüp babalarına karşı geldiklerinde açlık ve sefaletle karşı karşıya kaldılar. Sonunda yıllarca gördüğü şiddete karşı koyarak o çocuklarına, çocukları ona sığındı. O yılmadan çocuklarını tek başına büyüttü.



Kendini bildi bileli bir Anadolu köyünde yaşadı Ş.A. Küçük yaşta görücü usulü ile de olsa isteyerek evlendi. İki çocuğu oldu, fakat ikisi de yaşamadı. Belki köy yerindeki çaresizliktendi, belki de kaderdi diyor Ş.A. anlatırken. Aradan zaman geçmeden eşi, evli bir kadınla kaçarak evi terk etti. Neye uğradığını anlamamıştı. Duymuştu daha önce bir şeyler. Hissetmişti de ama eşine konduramamıştı. Yapmaz öyle şeyler demişti. Fakat olan olmuştu. Yer yer yalı gözlerle, bazen de uzaklara dalarak anlattığı acı hikayesiyle Ş.A. sizlerle;
GECE GÜNDÜZ ÇALIŞTI
“Kaynanam ve onun çocuklarıyla yaşadığım evde gecemi gündüzüme katıp gelinlik vazifelerimin hepsini yerine getirdim. Gece geç saatlere kadar kaynayan kazanın başında ellerimde çamaşırları yıkadım yıllarca. Sabaha karşı uyanıp hamur yoğurarak sacın başında ekmeğimi yaptım. Sabah gün ağarmadan gittiğim tarlayı, koyunları hiç işten bile saymıyorum.
KOCASI EVİ TERK ETTİ
Köylü kadınıydım. Ne iş varsa hepsine yetiştim. İş yapan gelini severler bizim oralarda. Yorulmak usanmak nedir bilmezdim. Ama kocam gönlünü başka bir kadına kaptırmış beni terk edip gitti. Çaresizlik içinde sessizce ağlamak kaldı bana. Ne edeyim elden gelen bir şey yoktu. Kaynanam ailemin evine geri göndermeyi hiç istemedi. Oğlundan çok severdi beni. Ama ne yaparsın çaresiz ailemin evine dul olarak geri dönmek zorunda kaldım.
O ARTIK HERKESİN GÖZÜNDE ‘DUL’ KALMIŞTI
Asıl hikaye bundan sonra başladı. Daha ilk ailemin yanına geldiğim gün bunu hissettim. Sadece ailem değil komşular, akrabalar tüm çevre bana dul damgası vurmuştu. Küçümser olmuşlardı beni. En acısı da ailemin dahi beni sürekli hor görmesiydi. Bütün bunlara karşı sadece gizli gizli ağlamakla yetiniyordum. Benim suçum değildi bütün bu olanlar. Ben hiç ister miydim kocamın terk edip gitmesini. Ailemin evine geri dönmeyi hiç ister miydim? Ama olmuştu olan.
HERKES ÜSTÜNE GELDİ
 Canım çok yanmıştı. Ama ne yaparsın kaderdi. Katlanacaktım çaresiz Hep dua ettim. Fakat kocamın terk etmesi, çevrenin beni küçümsemesi, ailemin “Başımıza kaldın” diyerek sürekli üstüme gelmesi daha büyük hatalara götürdü. Dul diye damgalandığım için gelen talibim de anca eşi ölmüş dedem yaşındaki insanlar oluyordu.
NİKAHSIZ EVLİLİK
Bir gün Avrupa’dan yeni dönmüş ve eşinden ayrıldığını söyleyen biri gelip talip oldu. Adı Mehmet’ti ve benden 16 yaş büyüktü sadece. Ailem vermeye dünden razıydı ya, bende ne olacaksa olsun diyerek olur dedim. Artık evlenmiş boşanmış bir insan olduğum için dul olmuştum herkesin gözünde. O nedenle düğün derneğe dahi gerek duyulmadı. Nihayetinde karşımdaki adamda duldu. Resmi nikaha da gerek yok denildi.
AVRUPA’DAN GELEN BEKLENMEDİK KONUK
Allah’ın huzurunda kıyılan dini nikah yeter denildi. Birlikte yaşamaya başladık. Köye yakın bir yol üstünde restoran işletiyordu kocam. Kamyoncuların ve bu işlek yolu kullananların uğrak yeriydi bu restoran. Hali vakti yerindeydi kocamın. Yoklukla boğuşmuyordum artık. Çok geçmeden ilk çocuğum dünyaya geldi. Diğerleri gibi olmamıştı, bu yaşayacaktı. Ardından çocuk, iş-güç derken hayat meşgalesine dalıp gittik. Kocam, bir gün tekrar Avrupa’ya gitti. Geri geldiğinde yanında bir kadın vardı. Biliyordum kim olduğunu. Bu eski karısından başkası değildi.
İKİ KADIN TEK ERKEK
Ne olduğunu anlayamadan iki kadın aynı evi, aynı erkeği paylaşmak zorunda kaldık. Ne diğer kadın kabullenmek istedi durumu ne de ben. Ama yapacak bir şey yoktu. İkimizin de gidecek yeri yoktu. Mecbur katlandık duruma. Sonra arka arkaya çocuklarım oldu. Dağa taşa vurdum hep kendimi. Akşamdan akşama eve geliyordum. Hep dağda taşta işlerle uğraşıyor, bahçelerden gelmiyordum. Sonra diğer kadın çocuklarını bana bırakıp evi terk etti.

ÇARESİZLİKTEN DAYAĞA RAZI GELDİ
Artık daha çok çocuğum oluvermişti. Onlara da annelik yaptım. Kocam huysuz bir adamdı. Her şeyi sorun yapar, sebepsiz yere kavgalar çıkarırdı. Her seferinde sırtımda kırılan sopalar, beni iyiden iyiye sessizleştirmişti. Çaresiz katlanacaktım. Ailemin evine dönmek istesem çok iyi biliyordum nelerle karşılaşacağımı. Yapacak bir şey yoktu katlanmaktan başka. Öyle de yaptım. Artık sadece kendimi değil, çocuklarımı da düşünmek zorundaydım.
KOCASI SOKAĞA ATTI
Kendim için yaşamayı bırakmış, çocukları için çabalıyordum. Sonra eşim restoranda çıkan bir kavgadan dolayı cezaevine girdi. Yine yalnız kalmıştım. Ama hiç bırakmadım hayat mücadelesini. Çocuklarımı büyütmeye devam ettim. Kocam cezasını çekip çıktığında tekrar işlerinin başına geçti. Beni de dövmeye devam etti. Bazen dövmek bile onu rahatlatmıyordu. Kolumdan tuttuğu gibi kardan buz kesmiş sokağa atıyordu. Yine öyle bir günde sırtımda bebeğimle sokakta kaldım Köye kadar saatlerce o soğukta yürüdüm. Çaresizlik böyle bir şeydi.

TEKRAR DUL DAMGASI YEMEMEK İÇİN KATLANDI
Köylü kadınıydım. Şehirlerdeki gibi sığınacak ne bir sığınma evi, ne de beni kabullenecek bir ailem vardı. Herkesin gözünde bir kez daha ‘Dul’ damgası yememek için bütün bu işkencelere katlanmaya çalıştım. Kimsesizliğin sahiplenilmemenin acısını çektim. Ah kimsem olsaydı böyle mi olurdu? Ne zaman çocuklarım büyümeye başladı, işte o zaman nefes almaya başladım.
BABAYA ‘DUR!’ DEME ZAMANI
Artık beni sokağa attığında sığınacak ve hatta babalarına kaşı koyacak çocukları vardır onun. Çocuklar hep gördüler babalarının annelerine yaşattıklarını. Ama hep saygıdan karşı gelemediler. Ama karşı gelebilecekleri gün geldiğinde bana daha fazla işkence etmesine izin vermediler.

YOKLUK VE SIKINTIYLA BOĞUŞTULAR
Babalarının vurduğu yumruklarla kaburgalarımın kırıldığını öğrenen çocuklar artık buna ‘Dur!’ deme vaktinin geldiğini anladılar. Çocuklarım beni babalarının elinden aldılar. Babadan çok uzaklarda yaşamaya başladım. Bana bir daha zarar gelmesine izin vermediler. Bu son olmuştu ama hayat mücadelesi bitmemişti. Yokluk ve sıkıntı vardı önümüzde. Çocuklarım, babalarının bir gün evimize gelip elimizde yiyecek ne varsa alıp gittiğini, bizi nasıl açlığa mahkum ettiğini hiç unutmadılar.” 

25 Mart 2013 Pazartesi

TAKLİT YERİNE ÜRETİMİ SEÇİP SEKTÖRÜN LİDERİ OLDU



Antalya’nın ekonomisine yön veren OSB’de, bu haftaki konuğumuz Reksan Reklam oldu. 5 kardeş ellerinde ne varsa satarak kurdukları şirket, şimdilerde sektörünün lider firması haline geldi.

Okul yıllarından çizimlere karşı ilgisi olan Reksan Reklam Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Saltoğlu, yaptığı çizimlerden keyif almaya başlayınca o dönemde Antalya’nın en büyük reklam firması olan Oğuz Reklam’da çalışmaya başladı. 10 yıl boyunca kardeşlerden 4’ü bu firmada çalışarak kendilerini geliştirdikten sonra 1993 yılında kendi şirketlerini kurmaya karar vererek Oğuz Reklam’dan ayrıldı.

ELLERİNDE NE VARSA SATTILAR
 5 kardeş ellerinde ne varsa satıp kendi işlerini kurarak küçük bir dükkanda çalışmaya başladılar. Biri evini, diğeri arabasını sattı derken artık Saltoğlu kardeşlerin bir şirketi oldu. 5 kardeşin 200’er liralık sermaye koyarak kurdukları şirket, şimdilerde Antalya’nın reklam sektörünün devi haline geldi.



125 KARDEŞLİ ŞİRKET
20 yıl önce sektöre giriş yapan Reksan Reklam, ışıklı ve ışıksız reklam panosu imalatları, yönlendirme tabelaları gibi birçok konuda hizmet veriyor. Sektörünün lider firmalarından olan Reksan Reklam, Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan 3 bin 500 metrekarelik arazide üretimini gerçekleştirerek Antalya ve Türkiye ekonomisine katkı sağlıyor. 5 değil toplamda 125 kardeşiyle çalıştığını belirten Saltoğlu, sektöre ilk iş yapmaya başladığı dönemde kiralık arabalarla iş yaparken şimdilerde 23’ün üzerinde kendilerine ait araçla hizmet veriyor.

FARKI KALİTE
Sektörde lider konuma gelmenin püf noktalarını veren Hakan Saltoğlu şunları söyledi: “Bizim mesleğimizde lider olmak istiyorsan taklitten sakınarak sürekli yenilik yapmalı ve üretken olmalısın. Fabrikamıza kurdurduğumuz lazer kesim yapabilen makine en hassas ve en ayrıntılı işleri dahi hiç hatasız yapabiliyor. Bu makine sayesinde daha sıra dışı ve yaratıcı işler çıkarmamız mümkün oldu. Ama bu günlerimize gelmemizi sağlayan en büyük etken kaliteli malzemelerle kaliteli işler yapmamızdır.”


Antalya’nın en büyük boyuttaki harflerden oluşan tabelayı yapan Reksan Reklam, sektörde lider olduğunu yaptığı işlerle de kanıtlamayı başardı.

İSTİHDAM ARTTIKÇA HEDEF BÜYÜYOR
Çalışan ve üretim arttıkça hedeflerin de değiştiğini aktaran Saltoğlu, “Daha önce 10 kişiyle çalışırken kendi menfaatleri ön planda oluyor insanın. 30 kişiye çıktığı zaman düşünceler değişmeye başlıyor. Öyle ki 100 kişinin üstüne çıkınca artık devletime nasıl katkıda bulunabilirim diye düşünmeye başlıyor insan. Biz şuan da 125 çalışanımız vasıtasıyla ailelerini işin içine katarsak 500 kişiye yakın insanın karnını doyuruyoruz. Bu beraberinde büyük bir sorumluluk getiriyor” dedi.

YAĞMURLARDA YIKILAN LEVHALARI FOTOĞRAFLATIYOR
Antalya’da ilk yağan yağmurda ekiplerini totem ve levhaların bulunduğu alanlara kontrole gönderen Hakan Saltoğlu, “Bu güne kadar hep yıkılan totem levhaları fotoğraflattım. Hiçbir tanesinde de benim yaptığım iş yok. Bu güne kadar yıkılan bir levham yok. Çürük yapılan ve yağmurlarda yıkılan bir levhada markamın bulunması benim için en kötü olay olur” diye konuştu.

KALİTEDEN ANLAYAN ‘REKSAN’ DİYOR
Antalya’nın ünlü otellerinden birinin yaptıracağı levha işinde yaşadıklarını anlatan Saltoğlu şunları söyledi: “Benden fiyat aldıktan sonra piyasa da bizim 500 lira altımıza işi yapacak birini buldular ve ona yaptırdılar. Sonrasında ilk rüzgarlı havada takılan tabelalardan ikisi birden yıkıldı. Yıkıldıkları anda da ya ev ya araba üzerine düşüyor bu tabelalar. O nedenle çok tehlikeli. İşi yaptıran firma anladı ve tekrar bize geldi. Bu tabelaların hepsini değiştirdik. Başta bize vermekten kaçındıkları 500 liranın çok daha fazlası ceplerinden çıktı. Bu kalitenin anlaşılması açısından önemli bir örnektir.”

YURTDIŞI İŞİ FABRİKA AÇTIRDI
Gürcistan’dan alınan 3 tırlık benzin istasyonu tabelası işinin ardından Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikayı kurma hikayelerini anlatan Saltoğlu yaşadıklarını şöyle anlattı: “Babamıza danıştık önce. Çok büyük bir fabrika gerekliliği doğunca babam da kiraya karşı olunca biz o sayede organizedeki fabrikayı aldık. Babamın evini, eniştemin evini ve benim yeni aldığım arabayı vererek biz fabrikayı taksitle aldık. Sonrasında da hep büyük işler yapmaya başladık.”


Toplam gelirinin yüzde 5’ini ihracattan, yüzde 20’sini Türkiye genelinden elde eden Reksan Reklam, gelirinin yüzde 75’ini de Antalya’dan elde ediyor. 


İLK 5 ARASINDA
5 kardeş bir araya gelerek birlik içinde bu günlere geldiklerini vurgulayan Saltoğlu, “Bu başarı hepimizin başarısındır. Bu günlere kardeşlerimle birlikte çalışıp çabalayarak geldik” diye konuştu. Antalya Organize Sanayi Bölgesi’nde 2011 yılı en yüksek istihdam artışı yapan ve istikbal vaat eden firmalar sıralamasında ilk 5’in içinde yer alan Reksan Reklam, her geçen gün büyüyen işleri ve artan istihdamı ile Antalya ekonomisine büyük katkı sağlıyor. 


Almanya’ya her ay kapalı stant yaptıklarını belirten Saltoğlu, yurt dışına tabela ve reklam dışında da işler yaptıklarını aktardı. 


8 Mart 2013 Cuma

Art-mim yatçılığa göz kırpıyor


Kentimize ekonomik katkı sağlayan Organize Sanayi Bölgesi’nde ki fabrikalarla ilgili yayınımıza, Art-Mim’le devam ediyoruz




OSB’de 1988 yılında iç mimari ile iş dünyasına giren ve kısa sürede ahşap üretimi ve iç mimarlıkta dünya devine dönüşen Art-Mim, gözünü farklı bir sektör olan tekne imalatçılığına dikti.
BAKÜ’YE DAMGA VURDU
Antalya ekonomisinin lokomotif şirketlerinden olan ve Bakü’de ödüllük projeler yapan Art-Mim, dünyada yat-tekne piyasasında zirveyi hedefliyor. Art-Mim’in ilk tekne projesi ise kendisine ait. İmalat için çalışmalar başladı.
ART-MİM PRENSİPLERİ
Art-Mim’in ortaklarından Gökhan Külahçı, projelerinin gerçekleşme aşamasında çevre koşulları, insan emniyeti ve sağlığına en uygun şekilde planlanma yaparak sağlıklı bir yaşam alanı yaratılmasını vazgeçilmez iş prensiplerinden biri olarak gösteriyor. Bu prensibinde kendilerini başarıya götürdüğünü ifade ediyor.

Sektörünün öncülerinden olan Art-mim, ev ve iş yeri iç dekorasyonları yaparken, yaptığı kumarhane ve otel iç mimarisiyle hızla zirveye tırmandı. Zorlu yollardan geçerek bu günlere geldiklerini belirten Külahçı, kumarhane ve otel gibi lüks yapıların kendilerine ivme kazandırdığını belirtti.


ART-MİM’İN ATLAMA TAŞLARI
25 yıllık geçmişinde bazı atlama taşlarıyla hızlı bir büyüme sağladıklarını söyleyen Art-mim’in ortaklarından Gökhan Külahçı, 1993’lü yıllar kumarhanelerin serbest olduğu dönem olması nedeniyle yapılan kumarhane dekorasyonlarından büyük gelirler elde ettiklerini belirtti. Ev dekorasyonları yaparken birden kumarhane dekorasyonları sayesinde sektörün önde gelenleri arasına girdiklerini aktaran Külahçı, kumarhanelerin kendileri için bir basamak olduğunu ifade etti.
LÜKS OTELLER BAŞARILARINI PEKİŞTİRDİ
Bir diğer basamağın Porto Bella Oteli olduğunu vurgulayan Külahçı, “Hareketli mobilyasının yanında bütün ahşap işlerinin tamamını kendimizin yaptığı ilk oteldi. Burası da bizim için önemli bir basamak oldu otel sektörüne girmemiz açısından” dedi. Kempinski Hotel gibi beş yıldız üzeri kalitedeki otellerle başarılarını pekiştiren Art-mim, günümüze geldiğinde ulusal ve uluslar arası başarılarıyla adından söz ettiren bir firma haline geldi.

ANAHTAR TESLİM PROJELERDE ART-MİM
Art-mim hakkında bilgi veren Külahçı şunları söyledi: “Art mim olarak mobilya imalatı yapıyoruz. Ama mobilyanın dışında bir mimari ofisimiz var. Hem iç mimar ofisimiz hem de ahşap imalatı yapan bir fabrikamız var. İmalat için kullandığımız iki tane fabrikamız var. Mobilya dışında mermer işiyle de uğraşıyoruz. Yani bir yapıda kullanılacak malzemenin hem imalatını hem de boyasını hem döşemesini kendimiz yapıyoruz. Biz entegre çalışan bir firmayız. Daha çok otellere yönelik projeler yapıyoruz. Bir oteli kaba inşaatında alıp iç mimar projesini hazırlayıp son haline getiririz.”
AHŞAP İŞLERİNDEN İÇ MİMARİYE
İlk yıllarda otellerin sadece ahşap işini yapan Art-mim gelen talepler üzerine zamanla tüm iç mimarisini yapmaya başladı. Zaman zaman kaba inşaat dahil bütün inşaatı anahtar teslim proje olarak yaptıklarını belirten Külahçı, “Kaba inşaata çok fazla girmemeye çalışıyoruz. Daha çok iç mimariye yönelik çalışmalar yapıyoruz” dedi.
KRİZ YURTDIŞINA YÖNELTTİ
2008’deki krizden sonra işlerin bıçak gibi kesildiğini ifade eden Külahçı, “Bu kadar istihdam ettiğimiz kişiyi işten çıkarmak istemedik. Bunun için de yurt dışına açılmaya karar verdik. Bakü’de çok önemli işlere imza attık. Beş yıldızlı otel, AVM, rezidans ve devlet tiyatrosu gibi bir çok işe imza attık” bilgisini verdi. Bakü’de yapılan projeler için malzeme teminini de Antalya’dan sağladıklarını belirten Külahçı, yerli malını kullanmaya özen gösterdiklerini belirtti.

BAŞARILAR ÖDÜL GETİRDİ
Yurtdışına açılmanın sonucunda iç piyasadan daha yüksek bir ihracat rakamına ulaştıklarını belirten Külahçı, ihracattaki başarıların birçok ödülü de beraberinde getirdiğini aktardı. Son olarak da Art-mim’in ortağı Hakan Külahçı ANSİAD tarafından ‘2012 Yılın İş Adamı’ ödülüne layık görüldü. Yurtdışının para kazanmak için zor bir yer olduğunu ifade eden Külahçı, “Birçok sanayicimiz yurtdışına malzemesini gönderiyor ve parasını alıyor. Montaj gerektiren iş yapanlarda birkaç ay gibi bir sürede işlerini bitirip geliyor. Ama bizim işimiz inşaatın başından sonuna kadar uzun bir zaman dilimini kapsıyor. Oradaki çalışanların istihdamı, yanlış bir iş yapıldığında onun tekrar gidip gelmesi gibi dezavantajları çok fazla. Eğer Türkiye’de bir iş varsa biz ona öncelik veriyoruz. Çünkü yurtdışıyla uğraşmak çok zor” açıklamasında bulundu.

‘YURTDIŞINA İŞ YAPMAK ZOR’
İstanbul’a yoğunlukla iş yapmaya başladıklarını belirten Külahçı, şuanda İstanbul’da devam eden 5 projelerinin olduğunu aktardı. Bunun yanında yurtdışındaki işleri azalttıklarını bildiren Külahçı, “Eğer bizi sıkıntıya sokmayacak bir iş olursa kabul ediyoruz. Ama zarar edeceğimiz veya bize problem yatacağını düşündüğümüz işleri tercih etmiyoruz” dedi. Geçtiğimiz yılın durgun geçtiğini belirten Külahçı, 2011’de ihracat rakamının 25 milyon liralık, 2012’de bu rakamın düşerek 15 milyon liraya düştüğünü aktardı.
PROJELER HEYECAN VERİCİ
Yaptıkları projelerin kendilerini heyecanlandırdığını belirten Külahçı, “Genelde yaptığımız işler otel işleri olunca otel sahipleri kadar heyecanlanıyoruz. Çünkü iş bittiğinde devasal büyüklükte bir iş ortaya çıkmış oluyor” diye konuştu. Proje ve iş yaptığı bütün insanların kendileri için özel olduğunu belirten Külahçı, “Her müşterimize aynı ilgiyi ve önemi göstererek çalışmalarımızı büyük bir titizlikle yürütüyoruz” dedi.


Anahtar teslim projeler ile zaman yönetimini ön planda tutan Art-Mim, projelerinin gerçekleşme aşamasında çevre koşullarının insan emniyeti ve insan sağlığına en uygun şekilde planlanmasına oldukça dikkat ederek sağlıklı bir yaşam alanı yaratılmasını vazgeçilmez iş prensiplerinden biri olarak görüyor.

Art-mim 1988 yılında Hakan Külahçı tarafından kuruldu. İki yıl iç mimari ofisi olarak proje yapan şirket, Gökhan Külahçı’nın 1990 yılında ortak olmasıyla üretimi de kendi yapmaya başlıyor.

İki kardeş ortak olarak önemli başarılara imza attıklarını belirten Gökhan Külahçı, “Herkes ne yapacağını bildiğinde ortaya başarılı bir ortaklık çıkıyor” dedi.


Toplamda 265 kişilik bir istihdama sahip olan Art-mim, bu istihdamını üretim artışıyla paralel olarak artırmayı planlıyor.

Ayşe ÖZER

25 Şubat 2013 Pazartesi

OSB KENTİN LOKOMOTİFİ OLDU



Tarım, Turizim'den sonra Ticaret faliyetlerilye kentin önemli can damarı haline gelen OSB'yi dünü ve bugünü ile masaya yatırdık. OSİAD Başkanı Can Hakan Karaca, OSB’yi anlattı.

Antalya-Burdur karayolu üzerinde 1976 yılında kurulan ve Organize Sanayi Bölgesi (AOSB), 32 yılda üretimini 1 buçuk milyar dolara çıkararak dev bir lokomotife dönüştü.

Tam kapasite ile çalışmayan OSB'de bir çok sektörden çeşitli dallarda üretim yapılıyor. OSİAD Başkanı Can Hakan Karaca, OSB7yi şu çümlelerle "turizm gibi spekülasyondan, tarım gibi selden havadan etkilenmeyen Antalya’nın geleceği için en önemli kaynak" olarak özetliyor.

Organize Sanayici İş Adamları Derneği (OSİAD) Başkanı ile yaptığımız samimi sohbette, faaliyet gösteren firmalara geçmeden önce Organize Sanayi’yi ele aldık. Bünyesinde 144 fabrika olan OSB'yi önümüzdeki günlerde tek tek ele alaçağız.

ESKİ SANAYİCİLER NEDEN İŞİN UCUNDAN TUTMUYOR?

OSİAD’ın başındaki isimsiniz. Organize Sanayi, sizce kendini yeterince anlatabiliyor mu?

İşin bana kadar düşmüş olması üzüyor beni. Bir Hüseyin Çalık’ın işin ucundan tutmasında büyük faydalar vardı. AGT’den Ahmet amcanın ön ayak olmasında büyük faydalar vardı. Bir Adopen’in sanayiciliğe bakışı, deneyimini katması. Yörükoğlu’nun bu işlere el atması gerekirdi. Bu kadar deneyimli sanayicilerin OSİAD’a katkısı çok büyük olurdu. Büyük sanayiciler bizim doğayenimiz.

Eski sanayiciler diye saydığınız isimler neden yok bu işin içinde?
Sosyal derneklerde görev almak başka bir görgü ve kültür. Ben birkaç dernekte başkanlık yaptım ve 7-8 dernekte de yönetim kurulunda bulundum. O ilk nesillerin hiç birisi derneklere bizim kadar yakın olmadılar. Biz şimdi insanlara rica ediyoruz gel konuş toplum içinde kendini anlat diye. Ama ben konuşmayayım başkası konuşsun diyorlar. Toplum içinde konuşmaya alışmamışlar fakat, işlerinde çok başarılılar. Benim derneklerde görev alma fırsatım oldu ama herkesin öyle bir fırsatı olmayabiliyor.

PROJELER

Görev süreciniz boyunca bir çok projeye imza attınız ve atmaktasınız. Bu çalışmalar ne durumda?
İlk başta birbirini tanımayan sanayici kalmaması için çalışmaya başladık. Güngör abinin döneminde başladı aslında bu uygulama. Her sabah kahvaltıda, her akşam yemekte bir araya gelerek insanları birbiriyle tanıştırmaya başladık. Yayınladığımız kitapta sanayici iş adamlarının yapı olarakta, karekter olarakta birbirlerini tanımalarını sağladık. Bu beraberlik organize sanayicilerin kendi aralarındaki ticareti geliştirdi. Bu sayede herkes birbirinin tezgahına iş verir oldu.

Organize Sanayi Bölgesi için başlatılan bir sosyal tesis projesi var. Bu proje şuan hangi aşamada?

Bir idari bina, bir kreş, konukları ağırlamak için bir otel ve bütün firmaların kendini tanıtabileceği ve sürekli olarak açık kalacak bir sergi alanı planlanıyor. Bunları sektör sektör sergileyeceğiz. Bir müşteri geldiği zaman bütün bilgilere buradan ulaşabilecek. Gelen müşteri otelde konaklayacak, yemeğini yiyecek sporunu yapacak. Sergi alanını gezecek. Burada toplantılarını yapacak ve bütün ihtiyaçlarını alıp gidecek.

Proje ne zaman hayata geçiyor?

İdari binasının, sergi alanını ve kreşin ihaleleri yapıldı. Otel ve sosyal tesisin de projeleri çizim aşamasında. Daha biz yönetime gelmeden şuanki yönetim bizi içine aldı. Hep birlikte oturup çalıştık. Önemli olan proje üretmek dediler. Bu ATSO’nun olgunluğunu gösteriyor. Şuan organizede anket yapıyoruz. Şuandaki idari blok yıkılıyor. Yerine de bu tesis inşa edilecek.

“ÇATIR ÇATIR BÜYÜYORUZ”

Organize Sanayi’den Antalya’nın beklentisi nedir?

Bizden bütün Antalya’nın 3 tane beklentisi var: Organize sanayinin üretimden satışı, ihracatı ve istihdam.

Bu rakamlar şuan ne durumda?

Geçtiğimiz yılda üretimden satışı 1 buçuk milyar doları buldu. 10 bin istihdamla ciddi bir iş kapısı. Organize Sanayi, bir bu kadar daha tesis eklenecek kapasiteye sahip. 250 tane parsel tahsis edildi. Ama bu kadar çalışan fabrikamız yok. Bizim istediğimiz bu parsellerin hepsinde çalışan fabrika olması. 350 milyon dolar civarında bir ihracatımız var. En güçlü ihracaat tarım falan değil. Biz çatır çatır büyüyoruz.

“TAHSİS EDİLEN ARAZİLER ÇALIŞTIRILSIN”

Antalya Organize Sanayiyi değerlendirecek olursak diğer organizelere göre ne durumda?

Bizim amacımız burayı 365 gün çalışabilir kapasiteye çıkarmak. Organizenin tahsis edilmiş alanları da fabrikalaşıp çalışmaya başladığında iki misli bir kapasiteye çıkılmış olacak. Bursa’da bulunan Demirtaş Organize sanayi Bölgesi’nde arazinin metrekaresi 280 euro. Burada ise 30 dolar. Oradaki fabrikaların hepsi çok yüksek kapasiteyle çalışıyor. Satılık bir metrekare yer bulamazsınız.

Antalya’da şuanki çalışma kapasitesi nedir?

Antalya yarı kapasitesinde tek vardiya çalışıyor. Bu kapasitenin arttırılması için tahsisi yapılan arazilerde fabrikaların kurulup, bir an önce bütün fabrikaların çalıştırılmaya başlaması lazım. Madem tahsis edildi bu arazi, çalıştırmak lazım. Tahsis edilipte çalıştırılmayan yerleri de sorgulamak lazım. Ben biraz geniş bakarak bunları söylüyorum. Kimseye hadi fabrikanı 3 vardiya çalıştır diyemezsin.


“KARARI 30 YILDIR BEKLİYORDUK”

Geçtiğimiz günlerde Vali Altıparmak, artık OSİAD’dan da sanayicilerin Mütevelli Heyetinde temsilcisinin olabileceğini söylemişti. Bu konudaki görüşünüz nedir?

Bizim proje üretmemize izin verildikten sonra hangi görevde olduğumuzun hiç bir önemi yok. Organize Sanayi’de yapılacak çok iş var. Sanayicinin mütevelli heyetinde olma isteği doğal karşılanmalıdır. Yönetimde artık bizimde temsil şanşımız olacak. Gerçek sanayi kavramına daha farklı bir pencereden bakacağımız için daha iyi bir yönetim çıkacağını düşünüyorum. Bir süre ATSO ile birlikte yöneteceğiz. Sanayicilerimiz işletme belgelerini alınca artık komple sanayiciler yönetimi devralacak. Organize sanayicilerin yönetimde temsil konusu 30 yıldır beklenen bir haberdi. Bu yaz gelmeden seçimler yapılıp ATSO ile birlikte çalışmalarımıza başlayacağımızı umuyorum.

SANAYİ, TURİZM VE TARIMDAN ÖNEMLİ

Antalya ekonomisinin şuan neresindesiniz?

Antalya ekonomisinin şuanda yüzde 10’unu oluşturuyoruz. Hedefimiz bunu yüzde 25’e çıkarmak. Neden yüzde 25 diyecek olursanız, ben sanayiciyim ve kendime hiç küçük hedef koymam. Eğer hedefler gerçekleşirse turizm gibi spekülasyondan etkilenmeyen, tarım gibi selden, felaketten etkilenmeyen bir sektör gelişir.

Antalya, organizede neleri göz ardı ediyor? Neler Antalya’ya yansımıyor?

En başta Antalya’da sanayinin niçin önemli olduğu algılanmalı. Antalya sanayinin kendisine getireceği avantajların farkında değil. İlk önce sanayisine sahip çıkmalı. Turizm ve tarım ince bir çizgide. Antalya bunu görerek sanayisine sahip çıkarsa, kendi ekonomi geleceğini garanti altına alacaktır.

Ayşe ÖZER

CANTEK Devrimi



Antalya Organize Sanayi Bölgesi'nde soğutma sistemi alanında faliyet gösteren CANTEK, elektrik tasarrufunda devrim yarattı. Akıllı makine sistemiyle dünyada yeni bir tasarruf sistemi geliştiren Cantek, elektrik kullanımında şuana kadar ölçülebilen yüzde 60’ın üzerinde ciddi bir tasarruf sağladığını tastikletmek için TÜV’e başvurdu.

Ürettiği akıllı makine sistemleriyle ArGe çalışmalarında önemli bir yol katettiğini ispatlayan Cantek, dünyada olmayan yeni bir sektörle karşımızda. Soğutma sistemiyle ilgili bir aydınlatma armatürü üretmeye başlayan Cantek Yönetim Kurulu Başkanı Can Hakan Karaca, “Bizim iki yıldır soğutma depolarımızda kullanmaya başladığımız ledli armatür, Almanya’da katıldığımız fuarda herkesi şaşkına çevirdi. Küçük bir pazara sahip olduğu için bu güne kadar hiç kimse bu işe girmemiş. Böyle bir sektör olduğunu bizim sayemizde keşfetti bütün dünya” dedi.

DÜNYA LİTERATÜRÜNE GİRDİ
Aydınlatmada kullanılan sistemlerin olduğunu fakat şimdiye kadar soğuk odalar için bir aydınlatma armatürü geliştirilmediğini belirten Karaca, “Biz bunu projelendirdiğimizi söyleyince şaşırdılar. Soğuk oda sektöründe, soğuk odanın aydınlatmasının projelendirilmesi kavramı yok. Bu kavram bizim tarafımızdan dünya literatürüne sokuldu. Bu işi dünyaya biz gösterdik. Şimdiye kadar florasan veya tasarruflu ampuller alınıp soğuk hava depolarında kullanılıyordu. Test edince bir baktık ki bu ampullerde yüzde 85’lere varan bir aydınlatma kaybı var. Bizde yeni bir sistem geliştirerek, yeni bir sektör oluşturduk” açıklamasını yaptı.


ALMAN VE İTALYANLARDAN BÜYÜK İLGİ
İlk önce Almanların en büyük dağıtım firmalarından birinin ürünü bütün Avrupa’ya dağıtmak için teklif getirdiğini aktaran Karaca, “Fuarda İtalyanlar bizim standımızı ürünleriyle beraber satın aldılar” diyerek soğuk hava aydınlatma armatürlerinin büyük ilgi gördüğünü söyledi.

“ANTALYA’DAN ÇIKAN BÜYÜK BAŞARI”
Soğuk hava aydınlatma armatürlerini yeni üretmeye başladıklarını ifade eden Karaca, 2 bin parçanın ocak ayında sattıldığını belirtti. Bu sistemin birinci dereceden para getiren bir iş olmadığını vurgulayan Karaca, “Ama stratejik olarak böyle bir ürünün projelendirilerek üretilip dünya pazarına sunulması ve bunun Antalyalı bir firmadan çıkması çok önemli bir olay. Cantek’in yepyeni bir ürünle dünyada nereye geldiğini gösteriyor. Bir ihtiyacı belirleyip hiç olmayan bir ürünü ortaya çıkarmak ve bunu dünyaya sunmak büyük bir başarı. Soğutma firmalarının hayatını kurtaracak bir iş. Türkiye’ye satışım yoktu. Şimdi bir distribitör oluşturdum. Artık o kanalla Türkiye’ye de bu ürün dağıtılacak” dedi.

CANTEK MEZBAHA SEKTÖRÜNDE DE ‘VARIM’ DEDİ
Cantek’in yeni üretimine başladığı bir diğer alan mezbaha sektörü oldu. Ürün yelpazelerinin gün geçtikçe genişlediğini ifade eden Karaca, “Yurt dışında şuanda bir mezbaha kuruyoruz. Bu hayvanın kesiminden köfte haline getirilmesine kadar olan sürecin hepsi bizim kurduğumuz sistemde yapılacak” dedi. Mezbaha işinde çok büyük talep olduğunu aktaran Karaca, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yeni düzenlemelerle mezbahalara ağır şartlar getirdiğini ve bu nedenle Türkiye’deki bütün mezbahaların yenilenmesi gerektiğini vurguladı.

BU SONUÇ DÜNYAYI SARSACAK
Dünyada akıllı soğutma makinesi mantığını geliştiren ilk firma olma ünvanını taşıyan Cantek, akıllı makineler sayesinde enerji tasarrufunda devrim yaptı. Bu güne kadar yapılan ölçümlerde yüzde 60’a kadar enerji tasarrufu yapabildiği tespit edilen akıllı makine sistemini geliştiren Cantek, yeni bir iddia ile karşımızda. Ne kadar enerji tasarrufu yapılabildiğini tastikletmek için dünyaca ünlü akredite kuruluşu olan TÜV’e başvuran Cantek, önümüzdeki günlerde dünyayı sarsacak sonucu açıklamaya hazırlanıyor.


Cantek, soğutma makineleri konusunda kendi kabuğundan çıkıp dünya çapında çok büyük projelere imza atıyor. Malının yüzde 90’ını direkt olarak son kullanıcıya satan Cantek, ArGe çalışmalarına verdiği önemle de adından sıkça söz ettiriyor.


Geçtiğimiz yıl 40 milyon liralık bir ciroya ulaşan Cantek, bu yıl cirosunu daha yukarılara çıkarmayı hedefliyor.

200 kişiyi istihdam ederek Antalyalılara iş imkanı sunan firma, kapasitesini daha da yükselterek, istihdamını arttırmayı planlıyor.

Karaca diyor ki: “Türkiye’de soğuk hava depolarında kullanılan enerjinin yarısı fazla. Bu tüketimi yaptığımız akıllı makine sistemi ile yarıya düşürebilirsek Türkiye ekonomisinde çok büyük bir kaybı önlemiş olacağız. Türkiye’deki soğuk hava depolarında yıllık, 1 milyar euroluk bir elektrik kullanılıyor. Biz şuanda henüz ölçülmediği için çok mütevazi olup, bu tüketimi yüzde 30 azaltabileceğimizi iddia ediyoruz. Bu yüzde 30’luk tasarruf 25 tane organize sanayinin yıllık tükettiği elektrikle eşdeğer. Biz en iyi bildiğimiz şeyi diyoruz sloganımızla ‘Enerjini Doğru Kullan’”
Ayşe ÖZER