Kaleiçi yıllardır Saat Kulesi, Yivli Minare gibi birçok
mimarisi ve asırlardır süregelen tarihiyle gündeme geldi. Evleri hep koruma
altına alınmak için çabalandı. Kaleiçi’nin bu dokusunu kaybetmemek için
yıllardır restorasyonlar yapıldı. Yapılan restorasyonlar kimi zaman
eleştirildi, kimi zaman da tarihin kurtarıcısı olarak görüldü. Antalya’nın
sivil tarihçisi Hüseyin Çimrin’in de dediği gibi “Kaleiçi demek bu gün olduğu
gibi eskiden de Antalya demekti.” Peki bu kadar önemli bir yer hakkında ne kadar
bilgi sahibiyiz? Ne biliyoruz ki, neyi tartışıyoruz? Gelin birlikte Kaleiçi’nin
dününü ve bu gününü sivil tarihçi Hüseyin Çimrin’in ışık tuttuğu haliyle
konuşalım.
Bergama Kralı II. Attalos, “Gidin bana bu yeryüzü üzerinde
öyle bir yer bulun ki, bütün kralların, bütün hükümdarların gözü kalsın. Öyle
bir yer bulun ki, hiç kimse gözünü oradan ayıramasın. Gidin bana yeryüzünün
cennetini bulun.” diye emir vermişti akıncılarına. Kaleiçi deyince kayıtlara
geçmiş olan yaklaşık 2200 yıllık bir tarihten söz ediyoruz; Bergama Kralı II.
Attolos Philedelphos tarafından M.Ö. 158’de kurulmuş bir kenttin tarihinden.
Attolos’un yeryüzünün cenneti olarak adlandırdığı Antalya’yı
kurmasının yegâne sebebi ise Pamfilya sahili boyunca uzanan önemli bir deniz
yolu olması ve doğal limanı. Bu bölgenin daha öncesinde bir balıkçı köyü
olabileceğine yönelik rivayetlerde mevcut. Gün geldi korsanlar bile burayı ele
geçirmek için savaştı. İlerleyen tarihlerde güç kimdeyse onun eline geçecekti.
Farklı krallıkların bu bölgede hakimiyet kurması, asırlar sonra Kaleiçi’ne daha
fazla değer katacaktı. Bu medeniyetler sayesinde tarihe tarih katıldı
asırlarca.
Roma dönemindeki savaşlarda önemli görevler üstlendi bu
şehir. Kimi zaman esir düştü bu kentin insanları. Köle oldu Girit’te,
Suriye’de... Yara alan surlar her seferinde tekrardan onarıldı. Yüzyıllarca
Bizans (Roma) egemenliği altında kalan şehir tarih 1085’i gösterdiğinde
Selçuklu Sultanı Süleyman Şah tarafından Türklerin hakimiyetine geçti. Fakat
çok geçmeden 1103 yılında tekrar Bizans’ın egemenliğindeydi. Artık bundan sonra
Bizanslılar ve Türkler arasında savaş konusu olacaktı şehir. Bir süre
İtalyanlar’ın, sonrasında tekrar Türkler’in, 1212’de bölgedeki Türk halkını
katleden Kıbrıslılar’ın eline geçti. Çok sürmeden tekrar Selçuklular’ın
hakimiyetindeydi. Bir süre Selçuklu sultanlarının kışlık başkenti olarak kullanıldı.
Her savaşta yara aldı surlar ve sonrasında tekrardan
onarıldı. Belki insani bir korunma iç güdüsüydü, belki de o dönemin şartları
gereğiydi. Tarihi önemi düşünülmeden bir yurt olarak hep muhafaza edildi. İnsanlar,
bu şehirde dinlerine ve etnik kökenlerine göre ayrılmıştı. Al-mina
(Hristiyanlar) bölgesi, Yunanlıların bölgesi, Yahudi bölgesi, saray bölgesi,
Müslüman bölgesi olarak şehir aradaki duvarlarla bölünmüş durumdaydı. Tarihler
1386’yı gösterdiğinde Antalya’nın hakimiyeti Osmanlılara geçti.
Gün geldi depremle savaştı Antalya. Leonardo Da Vinci bir
kitabında Antalya’da meydana gelen depremin büyüklüğünü şu cümleyle anlattı:
“Rodos yakınlarında Antalya’da denizi yaran bir deprem oldu ve bu yarığa üç
saatten fazla süre ile öylesine büyük bir su akıntısı döküldü ki; eksilen su
nedeniyle bölge çıplak kaldı. Daha sonra deniz önceki durumuna geri döndü.”
Kimi zaman iç savaşlarla boğuşan kent, 11 Ağustos 1895’e
gelindiğinde Kaleiçi’nde 500’den fazla evi kül eden bir yangın meydana geldi. Böylesine
büyük badireler atlatan şehir her seferinde yaşayanlarıyla tekrar ayağa
kalkıyor ve yenileniyordu. Kurtuluş Savaşı sonrasında Antalya’dan ayrılan 13
bin Hristiyan vatandaşı da herkes gibi bir çok değerli eser bırakmıştı.
Çeşitliydi Kaleiçi’nin tarihi. Sonrasında yavaş yavaş
surlardan dışarıya taştı tarih. Artık yeni dünya için ilk adımlar atılmaya
başlamıştı Antalya’da. Bu güne geldiğimizde en hızlı büyüyen şehirlerden biri
oluvermişti. Hız riskti aynı zamanda. Düzensiz bir yapılaşmayı beraberinde
getirdi bu hızlı büyüme. Zamanla Kaleiçi’de nasibini aldı bu modern
kentleşmeden. Kimisi, yapıların yenilenmesini tarihi dokuyu bozmak olarak
nitelendirirken, kimisi de tarihi korumak olarak gördü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder