Yıllardır hep başkalarının ağzından dinledik hikayesini. Hep
Antalya’mızın en kıymetlisi oldu. Kimi zaman ona karşı yapılanları eleştirdik;
kimi zaman ise en iyisini yapmak için çabaladık. Şimdi sıra onda. Bırakalım o
kendini anlatsın.
“Artık yorgun bedenim. Asırlardır üzerimde taşıyorum
insanlığı. Zaman zaman yara aldım; yeri geldi sarıldı yaralarım. Çok
değerliydim ben. Şehre gelen insanlar mutlaka görmeye geldi beni yıllardır.
Sonra yavaş yavaş ayağını kesmeye başladı kalabalık. Yorgundum artık, yaşlılık
istemeden ağırlaştırmıştı tüm bedenimi. Sanki parça parça dökülüyordum her
geçen mevsimde. Üzerimdeki tüm güzellikler dokusunu yitiriyor gibiydi. Yazın
kuruyor, kışın eriyor gibiydim.
İNSANLARI ANLAMAK
Önce beni koruyan zırhım yara aldı. Beni çevreleyip saran
taştan zırhım artık harap düşmüştü. Sonra beni ben yapan dar sokaklarım ve
herkesin hayranlıkla baktığı şirin evlerim zamandan nasibini almaya başladı.
Arada bir yamalar yapıldı, sonra ben ne olduğunu anlayamadan yıkıldı. Bu insanlar
çok garipti. Benim yaralarımı mı sarmaya çalışıyorlar, yoksa kapanmaz yaralar
mı açıyorlar anlayamıyordum.
‘ANTALYA’NIN GERDANLIĞI’
Bana ne istediğimi soran yoktu. Hep insanların dilindeydim.
‘Antalya’nın Gerdanlığı’ diyerek övünüyorlardı benimle. İnsanlar bana ne kadar
çok değer veriyor diyerek seviniyorum. Peki, benim canımı yakan, beni günden
güne yok eden yaraları saracak biri ne zaman gelecekti. Yaşlanmış mıydım artık,
ondan mıydı bu yıkıntı! Hastalanmış mıydım acaba? Ölümüm mü yakın? Ama olamaz!
İnsanlar beni yaşatacaklarını söylüyor. Öyle ki, gençleşmemin iksirini
bulduğunu söyleyenler dahi var. Heyecanla yıllardır bekliyorum.
KORUMAK MI, YOK ETMEK Mİ?
Artık delik deşik bedenim. Asırlardır içimde sakladığım
hazinelerim gün yüzüne çıktı. Ne istiyordu bu insanlar benden. Beni korumak
istediklerini söylüyorlardı oysa. Peki ya benim asırlardır ayrılmayan
parçalarım neden benden koparılıyordu. Beni neden bütün olarak korumuyorlardı.
Her adım geçtiğinde en değerli hazinemiz diye söz eden insanlar neredeydi?
Görmüyorlar mıydı acaba? Üzerimdeki toprak örtüsü her yıl tekkar kalkıp yeni
ağırlıklar konuyor artık üzerime.
UMUT!
Beni yeniden giydiriyorlar. Yollarım yeni taşlarla kaplandı
yıllar geçtikçe. İnsanlar daha rahat gezdi sokaklarımda. Canlandım sanki gün
geçtikçe. Ama sonra yine bir hüzün kapladı içimi. Yüzyıllık evlerim zamana
yorgun düşmüştü. Kimi terk etmişti çoktan beni. Yavaş yavaş gözlerimin önünde
yok oldu anılarım. Kimisine son anda el attı insanoğlu. Yine umutlanmıştım. Her
yıkıntı beni yasa boğarken, yerine konan her taş beni yeniden umutlandırıyordu.
TARİHTE KAPANMAZ YARALAR
Beni eskiden savaşlar yıkardı. Şimdi ise neden yıkıldığımı
anlayamıyorum bile. Herkesin kafasında binlerce düşünce var. Beni parsel parsel
paylaşıyorlar. Sonra kapanmaz yeni yaralar açıyor, bütün hazinemi alıp benden
koparıyorlar. Oysa ben hazinelerimle, tarihimle varım. Onlar gidince benden
geriye ne kalacak bilmiyorum. Artık aldanmıyorum her seviyorum diyene.
Güvenmiyorum insanoğluna. Bana her iyilik yapıldığını sandığımda kendimden bir
şeyler kaybediyorum.
BIRAKIN ARTIK!
Bütün Antalya tanıtımlarında kullanıldı bedenim. Saat
Kule’m, Yivli Minare’m, Hadrian Kapı’m, Yat Limanı’mla süsledim fotoğrafları.
Hep güzel andılar beni. Hep en güzel halimi gördüm sokaklarımda satılan
kartpostallarda. Tüm dünyaya dağıldı çok geçmeden, minyatür hallerim.
Şimdi sıra bende bırakın artık ben konuşayım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder